3. Yeni arazi oluşması
3. Yeni arazi oluşması
Madde 708 - Birikme, dolma, toprak kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete ait olur.
Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredebilir.
Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her hâlde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir.
I-) Yargı Kararları:
1-) YHGK, T: 26.05.2004, E: 2004/4-306, K: 2004/307:
“... 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 708. maddesinin 1. fıkrası …” (na) “… göre, orada sayılan yollarla yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazinin Devlete ait olabilmesinin temel koşulu, bu arazinin oluştuğu yerin “sahipsiz” olmasıdır. Sahipli yerler, bu hükümle düzenlenen durumun tamamen dışında bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin 636. maddesinin 1. fıkrası da bütünüyle aynı düzenlemeyi içermekte idi.
743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin 636/1. maddesindeki hükmün kapsamı ve içeriği öğretide ayrıntılı biçimde işlenmiştir. Buna göre, bir olayda bu hükmün uygulanabilmesi için; yeni bir arazi oluşmuş bulunmalı, bu yeni arazinin oluştuğu yer sahipsiz yerlerden olmalı, oluşan bu yeni arazi yararlanmaya elverişli bulunmalıdır. Sahipsiz yerlerden amaç, 641. maddede (4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 715. maddesinde) belirtilen, özel mülkiyete konu olmayan, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdir. Eğer, yeni arazi, üzerinde özel mülkiyet kurulmuş olan yerlerde oluşmuşsa, bütünleyici parça ilkesine göre, içinde bulunduğu arazinin maliki, bu yeni arazinin de maliki olur.
Öte yandan, söz konusu dere yatağının sonradan dava dışı gerçek kişilerin mülkiyeti altındaki taşınmazlara doğru genişleyip, onların bir kısmını dere yatağı haline getirmiş olması, bu parsel maliklerinin, dere yatağı haline gelen kısım üzerindeki mülkiyet haklarının kendiliğinden sona ermesi sonucunu da doğurmaz.
Somut olay bu çerçevede değerlendirildiğinde: Belirtildiği üzere, davalının çakıl aldığı toplam 2.377 metrekarelik yerin 133 metrekarelik kısmı su kanalı, 2244 metrekarelik kısmı ise, dava dışı gerçek kişilerin mülkiyeti altındaki iki ayrı parselin tespit sınırları içerisinde kalmaktadır. Özel mülkiyete konu parsellerin içerisinde kalan alan bakımından davacı Hazine’nin herhangi bir talep hakkının doğmayacağı, dolayısıyla eldeki tazminat davası bakımından aktif dava ehliyetinin bulunmadığı çok açıktır. Davacı Hazinenin, su kanalına tekabül ettiği saptanan 133 metrekarelik kısım bakımından hak talebinde bulunabileceği düşünülebilirse de; keşif sonucunda ziraat mühendisince düzenlenen 9.5.2001 havale günlü bilirkişi raporunda, bu kanalın, batıdaki parsellerden artan suyu direne ettiği ve buradan çakıl alınmadığının saptandığı açıklanmıştır. Su kanalından çakıl alınmadığı keşif ve bilirkişi incelemesi yoluyla belirlendiğine göre, davacı Hazine’nin doğmuş bir zararından da söz edilemez.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararı doğru olup, onanmalıdır. …”
2-) Y. 1. HD, T: 05.03.2008, E: 2007/12508, K: 2008/2733:
“… Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine, dava konusu taşınmazların Sakarya Nehri’nin terki olduğunu, Hazine’ye ait bulunduğunu ileri sürerek tapu iptali tescil istemiştir.
Davalı taraf davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, davalı taraf lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı ve müdahil tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; tetkik hakiminin raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:
Karar: Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Getirtilen tespit tutanakları ve komisyon kararından, 1970 yılındaki kadastro çalışmasında 1276 ve 1277 sayılı ana kadastrol parsellerin Sakarya Nehri metrukatı olarak “ham toprak” vasfıyla Hazine adına tespit edildikleri; sonrasında zilyetliğe, vergi ve tapu kayıtlarına dayanılarak Kadastro Komisyonu’na yapılan itirazların Komisyonca kabul gördüğü ve ana taşınmazlardan ayrılan birçok parselin muterizler adına tespit ve tescillerine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacı Hazine, taşınmazların Sakarya Nehri’nin yatağını terkiyle meydana geldiklerini, özel mülkiyete tabi bulunmadıklarını ileri sürerek uyuşmazlığı mahkeme önüne getirmiştir.
Gerçekten de, çekişmeli taşınmazların Sakarya Nehri’nin yatak değiştirmesi ve taşıdığı alüvyonların birikip çökelmesi sonucunda oluştukları uzman bilirkişi raporlarıyla sabittir.
Bilindiği üzere, … TMK’nın 708. maddesi …” (uyarınca) “… sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete ait olur. Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredebilir. Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her halde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir. … Bu hükümler, taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasıyla ilgili gerek TMK’daki gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’ndaki hükümlerle beraber dikkate alındığında, çekişmeye konu taşınmazların, kanunlar gereğince Devlete kalan taşınmazlardan olduğunun kabul edilemeyeceği ve yasal sınırlamalar dışında kalması ve koşulların gerçekleşmesi halinde kişiler tarafından mülk edinilebileceğini ortaya koymaktadır. Esasen mahkemenin kabulü de aynı yöndedir.
Bu çerçevede yapılan araştırmada, taşınmazların ziraata elverişli özellik taşıdıkları ve nehrin kıyı-kenar çizgisi kapsamında da bulunmadıkları keşfen saptanmıştır.
Ne var ki, toplanan delillere ve uygulamaya göre, davalıların dayandığı tapu kayıtlarının taşınmazlara ait olduğu kanıtlanamadığı gibi, imar-ihya ve zamanaşımı zilyetliği ile kazanım koşullarının gerçekleştiğini söyleyebilme olanağı da yoktur.
Nitekim, 1958 tarihli memleket haritasında görüldüğü ve fen bilirkişilerin raporunda da belirtildiği üzere, “kapama” diye tabir edilen ve 1954 yılında çekilen set ile nehrin akış yönünün değiştirildiği ancak, nehrin çekildiği alanların haritada noktalı işaretlerle gösterildiği ve o tarih itibariyle imar ihyanın henüz tamamlanmadığı açıktır.
Öte yandan, (2006 yılında gidilen) keşif sırasındaki incelemesinde ziraat bilirkişisi de, taşınmazların 20-25 yıldır tarım arazisi vasfında kullanıldığını bildirmiştir.
Her ne kadar yerel bilirkişi, zilyetlik bakımından 60 yılın üzerinde bir süreden bahsetmişse de, bilimsel verilerden faydalanılarak hazırlanan bilirkişi raporları ve memleket haritası karşısında yerel bilirkişinin soyut içerikli beyanına değer verilebilmesi mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan olgular dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde, 1970 tarihli kadastro tespit tarihine kadar davalılar lehine 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı ve 3402 sayılı Yasa’nın 17. maddesinin öngördüğü imar ve ihya ile iktisap koşullarının davalı taraf yararına gerçekleşmediği sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, tüm taşınmazlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleştiğinden bahisle bir kısmı hakkındaki davanın reddedilmesi isabetsizdir. Hazine’nin temyiz itirazı yerindedir. …”
II-) Türk Kanunu Medenîsi:
3- Yeni arazi teşekkülü
Madde 636
Sahipsiz yerlerde birikmek, dolmak ve kaymak veya umuma ait suların mecra veya seviyeleri değişmek gibi bir suretle teşekkül edip kendisinden istifade mümkün olan arazi Devletin mülkü olur.
Bu suretle kendisine ait bir gayrimenkulden ayrılan parçaların vücudunu ispat eden kimse onları istirdat edebilir.
III-) Madde Gerekçesi:
Yürürlükteki Kanunun 636 ncı maddesini karşılamaktadır.
Madde yeniden kaleme alınmıştır.
Madde İsviçre aslında olduğu gibi üç fıkra hâline getirilmiştir.
Birinci fıkra yürürlükteki metinden arılaştırılmak suretiyle alınmıştır.
İkinci fıkra, yeni oluşan ve Devlet’e ait olan arazinin, kamusal bir sakınca bulunmayan hâllerde öncelikle arazisi kayba uğrayan veya bu araziyle bitişik olan arazi sahibine devredilebilmesini olanaklı hâle getirmiştir.
Üçüncü fıkra yeni arazi oluşumunda toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu kanıtlayan kişiye, bunu öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve her durumda bu arazi oluşumunun gerçekleşmesinden itibaren on yıl içinde geri alabilmesini sağlamaktadır.
İsviçre Medenî Kanununun bu maddemizi karşılayan 659 uncu maddesinin üçüncü fıkrasında bir ve on yıl gibi süreler yerine “uygun süre içinde” ifadesi kullanılmıştır. Ancak, hak sahibinin isteminin, “uygun bir süre” gibi belirsiz bir koşula bağlanmasının isabetli olamayacağı düşünülerek, bunun yerine haksız fiillere ve sebepsiz zenginleşmelere ilişkin genel sürelerle paralellik sağlanması düşüncesiyle, bir ve on yıllık sürelerin kabul edilmesi uygun görülmüştür1.
IV-) Kaynak İsviçre Medenî Kanunu:
1-) ZGB:
3. Bildung neuen Landes
Art. 659
1 Entsteht durch Anschwemmung, Anschüttung, Bodenverschiebung, Veränderungen im Lauf oder Stand eines öffentlichen Gewässers oder in anderer Weise aus herrenlosem Boden der Ausbeutung fähiges Land, so gehört es dem Kanton, in dessen Gebiet es liegt.
2 Es steht den Kantonen frei, solches Land den Anstössern zu überlassen.
3 Vermag jemand nachzuweisen, dass Bodenteile seinem Eigentume entrissen worden sind, so kann er sie binnen angemessener Frist zurückholen.
2-) CCS:
3. Formation de nouvelles terres
Art. 659
1 Les terres utilisables qui se forment dans les régions sans maître par alluvions, remblais, glissements de terrain, changements de cours ou de niveau des eaux publiques, ou d’autre manière encore, appartiennent au canton dans lequel elles se trouvent.
2 Le droit cantonal peut attribuer ces terres aux propriétaires des fonds contigus.
3 Celui qui prouve que des parties de son immeuble en ont été détachées a le droit de les reprendre dans un délai convenable.
1 Madde gerekçesindeki bu açıklamalar değerlendirilirken 6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ve sebepsiz zenginleşmeye ilişkin zamanaşımı sürelerinin iki ve on yıl olarak düzenlendiği gözden uzak tutulmamalıdır.